Üniversite, herkesin hayatında olduğu gibi, benim hayatımda da ayrı bir hikayedir... Marmara Üniversitesinin Göstepe kampüsünde okudum üniversiteyi, bölümüm Uluslararası İlişkiler, eğitim dili İngilizce... Bu bölümü seçmem kolay olmadı, rahmetli babamın çok büyük etkisi oldu.... Benim okumak istediğim bölüm, mütercim tercümanlıktı, çok savaştım hem kendimle hem ailemle, aslında daha çok babamla; annem seçimi bana bırakmıştı diye hatırlıyorum, destekliyordu hatta, babamsa her an her saniye her fırsatta benimle uzun konuşmalar yapıyor, gelecekteki hayatımda daha çok işime yarayacağına inandığı bölümde bastırıyordu.... Baskıları işe yaradı, daha fazla inat etmedim; çok da severek, keyif alarak okudum bölümümde; harika arkadaşlarım oldu, hiç sıkılmadan, bunalmadan, yorulmadan okudum bitirdim :) Büyük bir problemim vardı aslında, Hukuk gibi ! Hukuk sınavlarından 50 ve üzerinde not almak büyük olaydı, başlarda hiç sevememiştim, keşke olmasaydı dediğim iki dersten biriydi, diğeri de muhasebe idi; muhasebeyi hiç sevemedim, hukukla zaman içinde anlaştım, barıştım, notlarımı yükselttim :)
Dersliklerimiz barakalardı; biz mezun olduktan sonra modern büyük binalar, sınıflar yapmışlar. Bölümümüz okulun en yeni bölümlerinden biriydi, ikinci mezunlarıyız biz. Merve İldeniz o zamanlar yeni yeni tanınan, çok güzel bir kızdı, mankendi; bizim okulda son sınıftaydı; nedense şimdi aklıma geldi, anmadan geçemedim :)
Bölüm yeniydi, biz başlamadan bir yıl önce kurulmuştu İngilizce Uluslararası İlişkiler, yani biz ikinci mezunlar olacaktık. Bölüm Uluslararası olunca Hariciye ister istemez bir hedef haline geliyor, en azından o zamanlar öyleydi. Bende de vardı biraz bu sevda, gözüm dışardaydı, "mezun olur, bir de Hariciyeye kapağı atarsam, ver elini dünya" diyordum :) Bizim hocalar sağolsunlar bu konuda bize pek ışık tutmadılar, "SBF mezunları varken size bakan olmaz" cümlesinin kurulduğunu hatırlıyorum.
"Ders geç başlıyor, Moda'ya mı takılsak, Çengelköy'e mi uzasak", "Hadi bugün sinemaya gidip 3 film birden izleyelim, çıkınca da İstiklal'de midye tavaya saldıralım", "Çok çalışıyorum ama sanki hiçbirşey anlamıyorum, okuldan sonra başıma neler gelecek" yılları... Güzeldi, eğlenceli, keyifliydi; bizden önceki kuşağa göre daha bir yaşamıştık öğrenciliğimizi, birazcık daha şanslıydık.
Arkadaşlarımı isim isim anmadan üniversite faslını nasıl geçebilirim ki? Arabasıyla bizi her yere taşıyan, kaprise hayatında yer vermeyen, Belgrad Ormanlarının virajlı yollarında araba kullanırken midesi bulandığı halde yüzü yine de gülen, sevgili arkadaşım Melek; Kıvırcık simsiyah saçları ve gri kabanıyla hatırladığım, "iyi çalışmak lazım ama nerden başlamalı" cümlesini sık duyduğum, çay düşkünü, sevgili arkadaşım Berna; Özgen, İlhan, Gülüm, Yeşim, Selami, Serhat, Çağrı, Evren, Betigül, Dilek, Özlem, Ayşe, rahmetli Berna ve rahmetli Tayfun... Hepiniz bende farklı izler bıraktınız, selam olsun burdan, her neredeyseniz :)
Üniversite yıllarımın yaz aylarında çalıştım, iyi ki de öyle yapmışım, gelişimimde çok önemli getirileri oldu hepsinin. İkinci sınıfı bitirdiğim sene Mecidiyeköy'de, şimdi ismini hatırlayamadığım bir turizm acentasında çalıştım, 4 aya yakın bir süre. Arap turistlere Sarıyer'de ev kiralama işiyle uğraştım burada, teleksin başında gün boyunca Arap meslektaşlarımla :) mesajlaşıyor, fiyat pazarlığı yapıyorduk. Maaşımı da hatırlıyorum, 125 Lira alıyordum, Boğaziçi Turizm öğrencisi olan diğer iş arkadaşıma 150 TL veriyorlardı, e haliyle tabi :) Çok sevmiştim bu işi, az yorulmuyordum ama hiç şikayet ettiğimi hatırlamam.Üçüncü sınıfı bitirdiğim sene Türk Hava Yollarının o yaz başında açtığı sınavı kazanarak yer hostesi oldum; bu iş daha ciddi bir işti, sıkı vardiyası vardı, okulla birlikte yürütüp yürütemeyeceğimi denemek istedim ve son sınıf için eğitim yılı başladığında hala çalışmaya devam ediyordum. Baktım oluyor, notlarım da fena değil, geçiyorum sınavlardan, hadi o zaman devam et dedim ve 1 yıldan fazla süre dış hatlarda, elimde telsiz, uçak kaldırdım. Her sabah saat 10:00 da Londra uçağının check-in kontuarı açılırdı, Londra kontuarı bendeydi. Önce yolcuları tek tek boarding kartıyla buluşturur, listenin tamam olduğunu gördükten sonra uçağa koşturur, sayı teyidi alır ve boarding başlatırdık. Çok farklı bir deneyimdi, iyi ki yapmışım... Bu deneyimde Almanya charter uçakları ayrı bir alemdi, gece vardiyasına denk gelirdi genellikle, hatırlıyorum. Rotara asla tahammülü olmayan yolcular, gece vardiyasına renk katarlardı :)
Kişisel tarihimin bu bölümünü burada sonlandırıyorum, bir sonraki versiyon iş hayatı, sonraki evliliğim, sonraki anneliğim olacak :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder